Mavi Yunuslar Sarayı
Mavi Yunuslar Sarayı’nı anlatmadan önce bronz çağındaki Girit’ten bahsetmem gerekir.
Bronz çağında, Girit’te Minos uygarlığı bulunmaktaydı. Biz bunu kalıntılardan bilmekteyiz ve bu uygarlığın en büyük söylencesi Minos’un Labirent’i söylencesidir. Ben de bilmiyordum ve bu kitap sayesinde öğrendim. Söylenceye göre Minos, Girit kralıdır. En sevdiği oğlu Atina’da öldürülünce atinalılar bir cezaya mahkum edilir. Tabi bu cezayı kabullenmelerinde tanrılarının cezaları olduğunu düşündükleri kıtlık, sel gibi felaketler ve kahinlerinin tanrılar tarafından cezalandırılmaları gerektiğini söylemeleri en büyük etkendir.
Atinalıların cezası şuydu, Atina soylularının çocuklarından 7 kız ve 7 erkek Girit’te, Minos’un labirentine girecekler ve mitolojik bir yaratık olan boğa insan yani minotor ile yüzleşecekler ve yapabiliyorlarsa çıkacaklar. Bu minotor ise şöyle dünyaya gelmiş;
Efsaneye göre Girit kralı Minos, Poseidon’un onu sınamak için armağan ettiği güzel bir boğayı kurban etmediği için Poseidon’un laneti sonucu karısı Pasiphae, boğalara ilgi duymaya başlamış ve bir boğa ile ilişkiye girdikten sonra yarı boğa yarın insan bir erkek çocuğu dünyaya getirmiştir. İşte bu çocuk minotordur.
Gene efsaneye göre Theseus en son katılan çocuklar arasındadır ve Minos’un kızı Ariadne’ye aşık olmuştur. Birlikte olan iki sevgili bu labirenti yok etmek ve cezayı sonlandırmak için plan yaparlar. Ariadne’nin bir taraftan tuttuğu ip ile içeriye giren Theseus labirentte geri dönüş yolunu bulacaktır. Minotoru öldüren Theseus dönüş yolunda labirenti de yok eder ve Minos uygarlığının sonu başlar.
Minos’un Labirenti efsanesini anlatmamın elbet bir sebebi var, kitabı okuyacaksanız eğer bu efsaneyi bilmek işinize yarayacaktır. Tavsiyem internet üzerinden daha detaylı bir araştırma yapmanız.
Kitabın arka sayfasında ataerkil olan bu efsanenin, anaerkil bir bakış açısından anlatımının hikayesi olduğundan bahsetmektedir. Kitap ilk başlarda yavaş bir başlangıca sahip olup beni sıksa da sonradan beni kendine bağlayıp her kelimeyi aç bir hayvan gibi yalayıp yuttum. Bir sonraki sayfada neler olacağını merak ediyordum ve kitabın başından kalkamıyordum.
Kitabın özellikle en sevdiğim kısmı anaerkil toplumunun da tıpkı ataerkil toplum gibi yobaz olabileceğini göstermesiydi. Erkek egemenliğini arzualayan Minos ile kadın egemenliğinin devamlılığını isteyen ama yeniliklere kapalı olan Pasiphae arasında kalan, baş karakterimiz ve efsanedeki minotor olan Asterios ise her iki cinsiyetinde eşit söz hakkına sahip olduğu bir uygarlık istemektedir. Bu yüzden her iki taraftan da dışlanıp aslında yalnız kalır.
Kitabı mitoloji, fantastik hikaye seven herkese tavsiye ederim. Ben şans eseri ikinci el olarak bulup okumuştum ama sıfırı da satılmakta.