Posts

Dönüşüm – Franz Kafka

Artık sayısı bilinmeyecek kadar çok çevirileri yapılmış, bir çok kez incelemesi yazılmış olan, Franz Kafka’nın belki de en ünlü eseri ya da eserlerinden birisi, Dönüşüm. Bu kitabı bilmeyen de okumayan da azdır ama benim okumam için 33. yaşımı beklemem gerekmiş. Keşke daha önce okuyabilseydim.

Dönüşüm’ü okuduktan sonra üzerine düşünmeye başladım. Karakterleri, davranışları, düşünceleri üzerine düşündüm ve kendimce üzerlerine fikirler oluşturdum. Daha sonrasında ise diğer insanların Dönüşüm üzerine ne fikir ürettiklerini merak edip araştırdım. Benim fikirlerime yakın fikirler bulunduğu gibi farklı fikirler de mevcuttu.

Franz Kafka’nın yaşadığı söylenen baba sendromunun kitapta işlendiği üzerine fikirler, bir gencin ailesinden farklı düşünmesi üzerine anlaşılmaması ve kendi içine kapanması üzerine fikirler mevcuttu ama detaylarına inmek istemiyorum. Belki farklı fikirler de mevcuttur Dönüşüm üzerine, hatta olduğuna da eminim ama ben kendi fikirlerimi yazmak istiyorum.

Dönüşüm neydi? Dönüşüm başka bir şeye geri dönmemek üzere değişmekti. Bu yüzden kitabın ismi “Değişim” olarak çevrildiği zamanlar eleştiriye maruz kalmış çünkü değişim geri dönme ihtimalini de içeren bir kelime. Dönüşüm, metaformoz doğada bazı canlıların yaşadığı bir evredir aynı zamanda. Örnek vermek gerekirse tırtılın metaformoz evresinden geçerek kelebeğe dönüşmesi. Geri dönüşü olmayan bir değişim. Bu yüzden yurt dışındaki baskılarda kitabın önyüzünde kelebek kullanıldığı çok olmuştur.

Asıl karakterimiz bir sabah uyandığında kendini böceğe dönüşmüş olarak bulur. İlk başlarda yeni vücuduna nasıl hükmedeceğini bilemez ama zamanlar öğrenir hatta bir böcek gibi düşünmeye, hissetmeye başlar. İnsani düşünceleri, duyguları azalır, hafızasını yitirmeye başlar ama asla unutmayacağı şeyler de mevcuttur. Ailesi ve özellikle kardeşi gibi. Bir çok insan bu dönüşümü, çocukların ergenlik evresi olarak düşünmüş ama sadece bununla sınırlayabilir miyiz? Ben bu dönüşümü insanın zaman içerisinde biriken bilgi ve düşünceleriyl bir noktada kendisinin fikirsel bir dönüşüm geçirmesi olarak da yorumlayabilirim.

İnsanın yaşamında fikirsel devrimler, dönüşümler yaşadığı zamanlar vardır. Bunun ne zaman ya da nasıl olacağı meçhuldur ama çoğu zaman belirli bilgilerin ve fikirlerin toplanması ve kişinin bunları gerçekten özümsemesi gerekir. Kişi bu şekilde devam ederken bir noktada o fikirsel devrimini yaşar. O devrimden sonra artık eski kişi değildir, çok farklı bir kişiye dönüşmüştür. Eski kişiliğine geri dönemez ve yeni kişiliğinde de bir süre bocalama yaşar çünkü sıçrayış gibi bir an yaşamıştır. O kişiliğini özümsemesi ve sonra yoluna devam etmesi gerekir. Bu sırada kendisini ifade edemez, başkaları da onu anlayamaz. Tıpkı ana karakterimizin yaşadığı gibi. Zamanla yeni kişiliğini yani fikirlerini özümseyip kaldığı yerden devam edecektir. Burada bu fikirsel devrimin hangi konu olduğu hiç önemli değildir, yeterli bilgi birikimi ve fikirler ile bunu herkesin yaşadığını düşünüyorum.

Bu fikrin dışında ise ana karakterimizin bazı düşünceleri ve yaşadığı şaşkınlıklar, üzüntüler dikkatimi çekti. Karakterimiz ailesinin iflasından sonra hiç sevmediği bir işte çalışarak belli bir mevkiye gelmiş ve hem ailesini bakıyor hem de ailesinin borçlarını ödüyor. Aslında hiç sevmediği, istemediği bir hayatı yaşıyor, ailesi için kendini feda ediyor. Bu şekilde bir yaşam onu aslında herkese karşı yabancılaştırıyor çünkü böyle bir şeyi yaşayabilmesi için aynı zamanda kendisi olmaktan çıkması gerekiyor. Kendisi olmaktan çıktığı vakit çevresinden doğru bilgi edinemiyor ve yabancılaşıyor. Bundan dolayı dönüşüm geçirdikten bir süre sonra ailesi konuşurken babasının aslında biriktirmiş olduğu bir miktar nakit para olduğunu öğrendiği zaman da şaşırıyor ve aslında daha az çalışabileceğini öğrenmenin mutluluğunu yaşıyor. Ne kadar masumca.

Aslında o kadar masum ki daha fazla çalışacağını bile bile kardeşini konservatuara gönderme planları kurmuş, noel akşamında ona bunu haber etmenin hayallerini kafasında canlandırmıştı. Bunu en son kardeşinin kiracılara kemanı ile bir besteyi çaldığı zaman hatırlamıştı. Oysa bu kardeşinin onun ölümünü istemesini farkettirmiş ve bir kenara çekilip kendi ölümünün gelmesini sağlamıştır.

Bazılarımız o kadar iyi niyetli düşüncelere sahiptir ki bu onu çevresine yabancılaştırır, görmesi gereken şeyleri göremez ve bu karakterimizin yaşadığı iletişim problemini, yalnızlığı belki de kendi ölümünü yaşatır.

Dönüşüm aslında o kadar güzel bir kitap ki her düşündüğümüzde içinden farklı şeyler çıkarabiliyoruz.

Mavi Yunuslar Sarayı

Mavi Yunuslar Sarayı’nı anlatmadan önce bronz çağındaki Girit’ten bahsetmem gerekir.

Bronz çağında, Girit’te Minos uygarlığı bulunmaktaydı. Biz bunu kalıntılardan bilmekteyiz ve bu uygarlığın en büyük söylencesi Minos’un Labirent’i söylencesidir. Ben de bilmiyordum ve bu kitap sayesinde öğrendim. Söylenceye göre Minos, Girit kralıdır. En sevdiği oğlu Atina’da öldürülünce atinalılar bir cezaya mahkum edilir. Tabi bu cezayı kabullenmelerinde tanrılarının cezaları olduğunu düşündükleri kıtlık, sel gibi felaketler ve kahinlerinin tanrılar tarafından cezalandırılmaları gerektiğini söylemeleri en büyük etkendir.

Atinalıların cezası şuydu, Atina soylularının çocuklarından 7 kız ve 7 erkek Girit’te, Minos’un labirentine girecekler ve mitolojik bir yaratık olan boğa insan yani minotor ile yüzleşecekler ve yapabiliyorlarsa çıkacaklar. Bu minotor ise şöyle dünyaya gelmiş;

Efsaneye göre Girit kralı Minos, Poseidon’un onu sınamak için armağan ettiği güzel bir boğayı kurban etmediği için Poseidon’un laneti sonucu karısı Pasiphae, boğalara ilgi duymaya başlamış ve bir boğa ile ilişkiye girdikten sonra yarı boğa yarın insan bir erkek çocuğu dünyaya getirmiştir. İşte bu çocuk minotordur.

Gene efsaneye göre Theseus en son katılan çocuklar arasındadır ve Minos’un kızı Ariadne’ye aşık olmuştur. Birlikte olan iki sevgili bu labirenti yok etmek ve cezayı sonlandırmak için plan yaparlar. Ariadne’nin bir taraftan tuttuğu ip ile içeriye giren Theseus labirentte geri dönüş yolunu bulacaktır. Minotoru öldüren Theseus dönüş yolunda labirenti de yok eder ve Minos uygarlığının sonu başlar.

Minos’un Labirenti efsanesini anlatmamın elbet bir sebebi var, kitabı okuyacaksanız eğer bu efsaneyi bilmek işinize yarayacaktır. Tavsiyem internet üzerinden daha detaylı bir araştırma yapmanız.

Kitabın arka sayfasında ataerkil olan bu efsanenin, anaerkil bir bakış açısından anlatımının hikayesi olduğundan bahsetmektedir. Kitap ilk başlarda yavaş bir başlangıca sahip olup beni sıksa da sonradan beni kendine bağlayıp her kelimeyi aç bir hayvan gibi yalayıp yuttum. Bir sonraki sayfada neler olacağını merak ediyordum ve kitabın başından kalkamıyordum.

Kitabın özellikle en sevdiğim kısmı anaerkil toplumunun da tıpkı ataerkil toplum gibi yobaz olabileceğini göstermesiydi. Erkek egemenliğini arzualayan Minos ile kadın egemenliğinin devamlılığını isteyen ama yeniliklere kapalı olan Pasiphae arasında kalan, baş karakterimiz ve efsanedeki minotor olan Asterios ise her iki cinsiyetinde eşit söz hakkına sahip olduğu bir uygarlık istemektedir. Bu yüzden her iki taraftan da dışlanıp aslında yalnız kalır.

Kitabı mitoloji, fantastik hikaye seven herkese tavsiye ederim. Ben şans eseri ikinci el olarak bulup okumuştum ama sıfırı da satılmakta.