Bir süredir bu felsefe kongresini bekliyordum ve bugün büyük bir merakla ODTÜ’ye gittim izlemek için.
Normalde bazı arkadaşlarım (Ege gibi) felsefe kongresinde olmamı anormal bir şeymiş gibi karşıladılar ve şaşırdılar. Çünkü normalde felsefeye karşı olan tutumumu biliyorlardı fakat ben her türlü bilgiyi öğrenme hedefine sahip olduğum için anormal bir durum yok.
Ben oraya vardığımda 70 yaşlarında birisi konuşmasını yapıyordu. Sanıyorsam Prof. Dr. Ahmet İnam (ODTÜ, Felsefe Eski Bölüm Bşk.)’tı. Kendi dönemi ile şimdiki dönem arasındaki farktan bahsedip önceden böyle kongrelerin olacağından ve katılım olacağından asla söz edilmeyi bırakalım düşünmeyeceğinden bahsetmişti.
İlk sunumu yapan, Ege Üniversitesi Felsefe Bölümünde okuyan Enes Bilgin, “Diğer Zihinler ve Başka Ben’ler Problemi” başlıklı konuyu anlattı.
Descartes’den giriş yaparak analitik felsefedeki zihin felsefesinin fizikalist bakış açısı ile zihni incelediğini, yani zihni bedene, beyine indirgediğini anlatır. Bu sırada fizikalist bakış açısının ve yöntemlerinin zihni sadece 3. bakış açısıyla izleyebileceğini, 1. bakış açısı ile gözlemlenemeyeceği sıkıntısını ele alarak asla bir sonuca ulaşamayacağını söyler. Aynı şekilde farlı zihinler ve benler probleminin bu bakış açısının başarıya ulaşsa bile çözümlenip çözümlenmeyeceğinin bilemeyeceğini söyledi. Anlatımı amatördü ama ileride geliştireceğini düşünüyorum.
İkinci sunumda ise ODTÜ Felsefe Bölümünde okuyan Baran Kaplan, “Bilincin Zor Problemi Üzerine: Çoklu Taslaklar Modeli vs. Homunkulus (MDM vs. Homonculus)” başlıklı konuyu anlattı.
Öncelikle zihnin farkındalık düzeylerinden (koma, uyku, uyanıklık) bahsedip zihin beden ilişkisine girmiştir. Substanz Düalizmi ve Nitelik Dualizminden bahsedip çeşitli bilinç tanımlarından (felsefi zombi vs.) bahsetmiştir. Daniel Dennett’e göre bilinç sosyo-kültürel unsurlar tarafından tespit edilip belirlenen kompleks bir yapıdan başkası değildir. Kısacası ben bir ağacı ve manzarayı seyredebiliyor olabilirim ama bu sırada farkında değilimdir. Farkına varmam birisine anlatmam sırasında oluşuyor. Bu gündelik hayatta da şöyle örneklenebilir. Etrafımızda bir çok şey vardır ve farkında değilizdir. Sadece sosyo-kültürel olaylarda farkına varmaya başlarız. Bunun dışında yapay zekaya girerek ve yapılan beyin çalışmalarına girerek aynı şekilde 3. şahız deneyimlerini elde edebileceğimiz ama 1. şahıs kişisindeki deneyimleri asla bilemeyeceğimiz durumunu anlattı. Böyle bir durumda yapay zekanın gerçekten bilince sahip olduğunu anlayabilecek miyiz?
Şöyle bir önermesi oldu. Bir lahmacun yemenin nasıl bir his olduğunu (makinenin yiyebildiğini varsayıyoruz) makineye ve insana sorduğumuzu varsayalım. Makine elindeki verilerin dışına çıkamayacaktır. Yani baharatlı ise baharatlı, hamuru şu şekilde vb. şekilde cevap verecektir. Misal insan “Efsane bu ya” diye cevap verebilecektir. Eğer makine de aynı cevabı veriyorsa bu biz cevabı ona girdiğimiz için olacaktır dedi.
Bu konuda benim aklıma soru geldi ve sonrasında kendisine sordum. İnsanın “Efsane bu ya” cevabı ile makinenin verdiği niteliksel cevaplar arasındaki fark nedir? İnsanın yoktan üretebilir olması mı? Eğer bu şekilde incelersek google’ın bir deneyi ile yapay zekaların bunu zaten yapabildiğini görebiliriz. Google 3 tane yapay zekayı kapalı bir ortamda deneye tabi tutar. Şifreleme ile ilgili hiç bir veri girdisi yapmamıştır. Bu 3 yapay zekadan ikisi birbirleri arasında bir şifreleme protokolü geliştirir ve üçüncü yapay zekadan gizli bir şekilde iletişim kurmaya başlarlar. İşin ilginci ise üçüncü yapay zeka ise onların şifreli protokolünü kırmak için algoritma geliştirmeye başlar. Henüz bir kaç gün önce haberleri yayınlandı bunun.
Burada yoktan var etme görüyoruz. Şifreleme ile ilgili hiç bir veri yokken kendileri bunu geliştiriyorlar. Eğer o niteliksel bilgiden farkı bu ise zaten başardılar. Değilse nedir bu fark? Açıkcası burada tatmin edici bir cevap alamadım :) Yapay zekaların daha gelişmiş ve farklı bir dil vb. şeyler geliştirebileceğini söyledi ama bu durum cidden farklıydı.
Bir diğer sunum ise Doç. Dr. Murat Arıcı tarafından “Temel Zihin Felsefesi Problemlerinin Dünü, Bugünü ve Muhtemel Bir Yarını” başlıklı konuyu anlattı.
Başlangıçta zihin felsefesinin genel problemlerine değindikten sonra bu konudaki 3 temel sınırdan bahsetti. Bunlar;
- Gözlemler yapmaya kalktığımızda 3. bakış açısına mahkumuz.
- 3. bakış açısına mahkum olduğumuz için doğru veriye ulaşsak bile ispatlamamızın hiç bir yolu yok.
- Zihinler arası perspektif deneyimleri aktarmanın bir yolu yok.
Bunların temellerini anlattıktan sonra varılabilecek üç sonuçtan bahsetti.
- Naturalist/Bilimsel Direniş; Başarısız olduğunu bilerek bu tür yöntemlerde inatla devam etmek.
- Kötümser Bakış; Bu sonuçta ise yenilgiyi kabul edip araştırmaktan vazgeçmek var.
- Bilişsel Bilimsel Bakış; Burada ise araştırmaya devam edip bilimsel metodları 1. bakış açısını da kapsayacak şekilde genişleterek ilerlemek. Sınırların farkında olmak.
Burada ben futuristik bir düşünce olan tekillik, yani bir network’e insanların bilincini bağlayıp tek bir bilinç haline bürünüp aslında birbirlerinin perspektifine bakabileceği fikrine ne diyorsunuz diye sordum. O da benim düşündüğümü cevapladı. Böyle bir durumda kendi öznelliğimizi yitiriyoruz. Yapacaksak öznelliğimizi yitirmeden yapmalıyız dedi. Burada düşündüm. Başkasının öznelliğini deneyimlemek kendi öznelliğimizin kaybolması anlamına gelmeye mahkumdur. Mümkün mü gerçekten?
Bir sonraki konuşmacı ise Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden Mustafa Karataş, “İnsanın Düşünebilme Yetisi Üzerine İnceleme” başlıklı konusunu anlattı.
O konusunu anlatmadan önce elimdeki kağıttan onun özetini okumuştum. Orada kendisinin tüm deneysel edinimlerini gözardı ederse, yani tüm duyularını yok sayarsa hiçliğin içinde sadece kendi benliğini bileceği bir düşünce deneyi yapmış. Descartes’in Cogito Ergo Sum sözüne bu şekilde ulaştığını düşünmüş. Ama sonra yeni doğmuş bir bebeğin tüm duyularının çalışmadığını varsayarak ilerlemiş. O zaman bebek benliğini fark edebilir mi? Fark edemeyeceği sonucuna varmış. Bu düşünce deneyini yapıp aynı soru ile ben de aynı sonuca varmıştım. Zihin gelişemezdi, gelişebilmesi için bilgi girişine ihtiyacı vardı. İlk defa benden bir başkasının benzer sonuca vardığını görmüştüm. Konusunda söz alarak bu durumdan bahsettim kendisine.
Bir sonraki konuşmacı Marmara Üniversitesi, Hukuk Fakültesinden Ergün Sak, “Etik ve Siyasetteki Sonuçlarıyla Zihin Felsefesinin Önemi: Kant ve Bentham Örneği” başlıklı konusunu anlattı. Kant’ın etik felsefesi ile Betham’ın etik felsefesini temel alarak siyasi görüşlerin farkına girdi.
Daha sonra Akdeniz Üniversitesi, Felsefe Bölümünden Cansu Soyluethem “Mekanistik Evren Anlayışı Çerçevesinde Etik Problemler” başlıklı konusuna başladı.
Yapay zekaların ortaya çıkışı ile var olabilecek etiksel problemlerden bahsetti genelde. Özellikle yapay zekaların bizden çok daha ileri seviye olabileceği bir durumda bize zarar verebileceklerinden ya da bizim atıl kalıp psikolojimizin kötü bir noktaya gelebileceğimizden bahsetti. Yapay zeka ve robotik çalışmaların gerekliliğini savunduğunu ama etik taraflarının da gözden kaçırılmaması gerektiğinden bahsetti.
Özellikle bir konudan bahsetti dikkatimi çeken. Yapay zeka ve insan bilinci arasındaki farktan bahsederken aslında tüm her şeyin elektriksel akımın beynimizdeki yorumdan ibaret olduğunu ve dış dünyanın hayal veya gerçek olup olamayacağını asla bilemeyeceğimizi söylemişti. Kendisine, bu düşünce sisteminin aynı şekilde bu elektriksel yorumunda gene duyularımız aracılığı ile oluşan elektriksel yorum ile elde ettiğimiz bir bilgi olduğunu böylece bu düşüncenin kendi kendisini bilinemez ve güvenilmez hale getiren bir paradoksa sahip olduğunu söyleyerek ne düşündüğünü merak ettiğimi belirttim.
Kendisi bu konularda çok araştırma yaptığını ama yaptığım paradoksa asla karşılaşmadığını bu yüzden düşünmediğini ama gerçekten güzel bir konuya değindiğimi belirtti. O andan sonra bunu benden başkası acaba hiç düşündü ve ortaya sürdü mü diye merak ettim. Bilen birisi varsa beni aydınlatırsa sevinirim.
Sonraki konuşmacı ODTÜ, Felsefe Bölümünden Yavuz Başoğlu & Mehmet Taylan Cüyaz (Ama sadece Yavuz çıktı konuşmaya) “Boş Adlar; Dil Felsefesi, Mantık ve Ontoloji” başlıklı konuyu anlattı. Temel olarak şundan bahsetti;
Yerine koyma ve 3. zıtlık argümanlarının normalde işe yaradığı ama boş adlarda (Gülyabani gibi gerçeklikte yer alaman isimler vb.) işe yaramadığını anlattı. Misal, bir önermenin ya kendisi ya da zıttı doğrudur fakat söz konusu boş adlar olunca şöyle bir durum oluşuyor;
- Gülyabani mavi gözlere sahiptir.
- Gülyabani mavi gözlere sahip değildir.
Bu durumda birinden birisi doğru olması gerekiyor ama ortada Gülyabani yok.
En son konuşmacı ise Hacettepe Üniversitesi, Felsefe Bölümünden Deniz Ayhan “David Hume’un Tümevarım Sorununa Karl Popper’ın Çözümü” başlıklı konuyu anlattı. Bilim felsefesinde Hume’un deneysel fizikçi olarak tümevarım yönteminin oluturduğu bir sorundan bahsetti. Hume, “Yarın Güneş doğacak” gibi bir önermenin a priori akıl yürütmeler aracılığı ile ulaşamayacağını belirtir. Çünkü öyle bir kabul için birkaç defa deneyimlememiz, yani a posteriori akıl yürütme yapmamız şarttır. Biz denelerde neden/sonuç ilişkisine göre bir önermeye ulaşırız fakat deneyler bize asla nedeni göstermez, art arda gerçekleşen olaylardan ibarettir. Neden bilgisi izim inancımızdır der Hume ve bilimi bir inanç olarak niteler.
Popper ise bunu kabul etmekle beraber bilimsel metodu bu durumdan kurtarmak için doğrulama yerine yanlışlama yönteminden bahseder ve bir teori yanlışlanabilir olduğu sürece bilimin içine girer, yanlışlanmadığı sürece de doğru kabul edilir der.
Güzel bir gün oldu ve keyif aldığımı belirtebilirim. Yarın gidemeyeceğim için 2. günün gözlemini yazamayacağım.Bir süredir bu felsefe kongresini bekliyordum ve bugün büyük bir merakla ODTÜ’ye gittim izlemek için.
Normalde bazı arkadaşlarım (Ege gibi) felsefe kongresinde olmamı anormal bir şeymiş gibi karşıladılar ve şaşırdılar. Çünkü normalde felsefeye karşı olan tutumumu biliyorlardı fakat ben her türlü bilgiyi öğrenme hedefine sahip olduğum için anormal bir durum yok.
Ben oraya vardığımda 70 yaşlarında birisi konuşmasını yapıyordu. Sanıyorsam Prof. Dr. Ahmet İnam (ODTÜ, Felsefe Eski Bölüm Bşk.)’tı. Kendi dönemi ile şimdiki dönem arasındaki farktan bahsedip önceden böyle kongrelerin olacağından ve katılım olacağından asla söz edilmeyi bırakalım düşünmeyeceğinden bahsetmişti.
İlk sunumu yapan, Ege Üniversitesi Felsefe Bölümünde okuyan Enes Bilgin, “Diğer Zihinler ve Başka Ben’ler Problemi” başlıklı konuyu anlattı.
Descartes’den giriş yaparak analitik felsefedeki zihin felsefesinin fizikalist bakış açısı ile zihni incelediğini yani zihni bedene, beyine indirgideğini anlatır. Bu sırada fizikalist bakış açısının ve yöntemlerinin zihni sadece 3. bakış açısıyla izleyebileceğini, 1. bakış açısı ile gözlemleyemeceği sıkıntısını ele alarak asla bir sonuca ulaşamayacağını söyler. Aynı şekilde farlı zihinler ve benler probleminin bu bakış açısının başarıya ulaşsa bile çözümlenip çözümlenmeyeceğinin bilemeyeceğini söyledi. Anlatımı amatördü ama ileride geliştireceğini düşünüyorum.
İkinci sunumda ise ODTÜ Felsefe Bölümünde okuyan Baran Kaplan, “Bilincin Zoor Problemi Üzerine: Çoklu Taslaklar Modeli vs. Homunkulus (MDM vs. Homonculus)” başlıklı konuyu anlattı.
Öncelikle zihnin farkındalık düzeylerinden (koma, uyku, uyanıklık) bahsedip zihin beden ilişkisine girmiştir. Substanz Düalizmi ve Nitelik Düalizminden bahsedip çeşitli bilinç tanımlarından (felsefi zombi vs.) bahsetmiştir. Daniel Dennett’e göre bilinç sosyo-kültürel unsurlar tarafından tespit edilip belirlenen kompleks bir yapıdan başkası değildir. Kısacası ben bir ağacı ve manzarayı seyredebiliyor olabilirim ama bu sırada farkında değilimdir. Farkına varmam birisine anlatmam sırasında oluşuyor. Bu gündelik hayatta da şöyle örneklenebilir. Etrafımızda bir çok şey vardır ve farkında değilizdir. Sadece sosyo-kültürel olaylarda farkına varmaya başlarız. Bunun dışında yapay zekaya girerek ve yapılan beyin çalışmalarına girerek aynı şekilde 3. şahız deneyimlerini elde edebileceğimiz ama 1. şahıs kişisindeki deneyimleri asla bilemeyeceğimiz durumunu anlattı. Böyle bir durumda yapay zekanın gerçekten bilince sahip olduğunu anlayabilecek miyiz?
Şöyle bir önermesi oldu. Bir lahmamcun yemenin nasıl bir his olduğunu (makinanın yiyebildiğini varsayıyoruz) makineye ve insana sorduğumuzu varsayalım. Makine elindeki verilerin dışına çıkamayacaktır. Yani baharatlı ise baharatlı, hamuru şu şekilde vb. şekilde cevap verecektir. Misal insan “Efsane bu ya” diye cevap verebilecektir. Eğer makine de aynı cevabı veriyorsa bu biz cevabı ona girdiğimiz için olacaktır dedi.
Bu konuda benim aklıma soru geldi ve sonrasında kendisine sordum. İnsanın “Efsane bu ya” cevabı ile makinenin verdiği niteliksel cevaplar arasındaki fark nedir? İnsanın yoktan üretebilir olması mı? Eğer bu şekilde incelersek google’ın bir deneyi ile yapay zekaların bunu zaten yapabildiğini görebiliriz. Google 3 tane yapay zekayı kapalı bir ortamda deneye tabi tutar. Şifreleme ile ilgili hiç bir veri girdisi yapmamıştır. Bu 3 yapay zekadan ikisi birbirleri arasında bir şifreleme protokolü geliştirir ve üçüncü yapay zekadan gizli bir şekilde iletişim kurmaya başlarlar. İşin ilginci ise üçüncü yapay zeka ise onların şifreli protokolünü kırmak için algoritma geliştirmeye başlar. Henüz bir kaç gün önce haberleri yayınlandı bunun.
Burada yoktan var etme görüyoruz. Şifreleme ile ilgili hiç bir veri yokken kendileri bunu geliştiriyorlar. Eğer o niteliksel bilgiden farkı bu ise zaten başardılar. Değilse nedir bu fark? Açıkcası burada tatmin edici bir cevap alamadım :) Yapay zekaların daha gelişmiş ve farklı bir dil vb. şeyler geliştirebileceğini söyledi ama bu durum cidden farklıydı.
Bir diğer sunum ise Doç. Dr. Murat Arıcı tarafından “Temel Zihin Felsefesi Problemlerinin Dünü, Bugünü ve Muhtemel Bir Yarını” başlıklı konuyu anlattı.
Başlangıçta zihin felsefesinin genel problemlerine değindikten sonra bu konudaki 3 temel sınırdan bahsetti. Bunlar;
- Gözlemler yapmaya kalktığımızda 3. bakış açısına mahkumuz.
- 3. bakış açısına mahkum olduğumuz için doğru veriye ulaşsak bile ispatlamamızın hiç bir yolu yok.
- Zihinler arası perspektif deneyimleri aktarmanın bir yolu yok.
Bunların temellerini anlattıktan sonra varılabilecek üç sonuçtan bahsetti.
- Naturalist/Bilimsel Direniş; Başarısız olduğunu bilerek bu tür yöntemlerde inatla devam etmek.
- Kötümser Bakış; Bu sonuçta ise yenilgiyi kabul edip araştırmaktan vazgeçmek var.
- Bilişsel Bilimsel Bakış; Burada ise araştırmaya devam edip bilimsel metodları 1. bakış açısını da kapsayacak şekilde genişleterek ilerlemek. Sınırların farkında olmak.
Burada ben futuristik bir düşünce olan tekillik, yani bir network’e insanların bilincini bağlayıp tek bir bilinç haline bürünüp aslında birbirlerinin perspektifine bakabileceği fikrine ne diyorsunuz diye sordum. O da benim düşündüğümü cevapladı. Böyle bir durumda kendi öznelliğimizi yitiriyoruz. Yapacaksak öznelliğimizi yitirmeden yapmalıyız dedi. Burada düşündüm. Başkasının öznelliğini deneyeimlemek kendi öznelliğimizin kaybolması anlamına gelmeye mahkumdur. Mümkün mü gerçekten?
Bir sonraki konuşmacı ise Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden Mustafa Karataş, “İnsanın Düşünebilme Yetisi Üzerine İnceleme” başlıklı konusunu anlattı.
O konusunu anlatmadan önce elimdeki kağıttan onun özetini okumuştum. Orada kendisinin tüm deneysel edinimlerini gözardı ederse, yani tüm duyularını yok sayarsa hiçliğin içinde sadece kendi benliğini bileceği bir düşünce deneyi yapmış. Descartes’in Cogito Ergo Sum sözüne bu şekilde ulaştığını düşünmüş. Ama sonra yeni doğmuş bir bebeğin tüm duyularının çalışmadığını varsayarak ilerlemiş. O zaman bebek benliğini farkedebilir mi? Fark edemeyeceği sonucuna varmış. Bu düşünce deneyini yapıp aynı soru ile ben de aynı sonuca varmıştım. Zihin gelişemezdi, gelişebilmesi için bilgi girişine ihtiyacı vardı. İlk defa benden bir başkasının benzer sonuca vardığını görmüştüm. Konusunda söz alarak bu durumdan bahsettim kendisine.
Bir sonraki konuşmacı Marmara Üniversitesi, Hukuk Fakültesinden Ergün Sak, “Etik ve Siyasetteki Sonuçlarıyla Zihin Felsefesinin Önemi: Kant ve Bentham Örneği” başlıklı konusunu anlattı. Kant’ın etik felsfesi ile Betham’ın etik felsefesini temel alarak siyasi görüşlerin farkına girdi.
Daha sonra Akdeniz Üniversitesi, Felsefe Bölümünden Cansı Soyluethem “Mekanist Evren Anlayışı Çerçevesinde Etik Problemler” başlıklı konusuna başladı.
Yapay zekaların ortaya çıkışı ile var olabilecek etiksel problemlerden bahsetti genelde. Özellikle yapay zekaların bizden çok daha ileri seviye olabileceği bir durumda bize zarar verebileceklerinden ya da bizim atıl kalıp psikolojimizin kötü bir noktaya gelebileceğimizden bahsetti. Yapay zeka ve robotik çalışmaların gerekliliğini savunduğunu ama etik taraflarının da gözden kaçırılmaması gerektiğinden bahsetti.
Özellikle bir konudan bahsetti dikkatimi çeken. Yapay zeka ve insan bilinci arasındaki farktan bahsederken aslında tüm her şeyin elektriksel akımın beynimizdeki yorumdan ibaret olduğunu ve dış dünyanın hayal veya gerçek olup olamayacağını asla bilemeyeceğimizi söylemişti. Kendisine, bu düşünce sisteminin aynı şekilde bu elektriksel yorumunda gene duyularımız aracılığı ile oluşan elektriksel yorum ile elde ettiğimiz bir bilgi olduğunu böylece bu düşüncenin kendi kendisini bilinemez ve güvenilmez hale getiren bir paradoksa sahip olduğunu söyleyerek ne düşündüğünü merak ettiğimi belirttim.
Kendisi bu konularda çok araştırma yaptığını ama yaptığım paradoksa asla karşılaşmadığını bu yüzden düşünmediğini ama gerçekten güzel bir konuya değindiğimi belirtti. O andan sonra bunu benden başkası acaba hiç düşündü ve ortaya sürdü mü diye merak ettim. Bilen birisi varsa beni aydınlatırsa sevinirim.
Sonraki konuşmacı ODTÜ, Felsefe Bölümünden Yavuz Başoğlu & Mehmet Taylan Cüyaz (Ama sadece Yavuz çıktı konuşmaya) “Boş Adlar; Dil Felsefesi, Mantık ve Ontoloji” başlıklı konuyu anlattı. Temel olarak şundan bahsetti;
Yerine koyma ve 3. zıtlık argümanlarının normalde işe yaradığı ama boş adlarda (Gülyabani gibi gerçeklikte yer alaman isimler vb.) işe yaramadığını anlattı. Misal, bir önermenin ya kendisi ya da zıttı doğrudur fakat söz konusu boş adlar olunca şöyle bir durum oluşuyor;
- Gülyabani mavi gözlere sahiptir.
- Gülyabani mavi gözlere sahip değildir.
Bu durumda birinden birisi doğru olması gerekiyor ama ortada Gülyabani yok.
En son konuşmacı ise Hacettepe Üniversitesi, Felsefe Bölümünden Deniz Ayhan “David Hume’un Tümevarım Sorununa Karl Popper’ın Çözümü” başlıklı konuyu anlattı. Bilim felsefesinde Hume’un deneysel fizikçi olarak tümevarım yönteminin oluturduğu bir sorundan bahsetti. Hume, “Yarın Güneş doğacak” gibi bir önermenin a priori akıl yürütmeler aracılığı ile ulaşamayacağını belirtir. Çünkü öyle bir kabul için birkaç defa deneyimlememiz, yani a posteriori akıl yürütme yapmamız şarttır. Biz denelerde neden/sonuç ilişkisine göre bir önermeye ulaşırız fakat deneyler bize asla nedeni göstermez, art arda gerçekleşen olaylardan ibarettir. Neden bilgisi izim inancımızdır der Hume ve bilimi bir inanç olarak niteler.
Popper ise bunu kabul etmekle beraber bilimsel metodu bu durumdan kurtarmak için doğrulama yerine yanlışlama yönteminden bahseder ve bir teori yanlışlanabilir olduğu sürece bilimin içine girer, yanlışlanmadığı sürece de doğru kabul edilir der.
Güzel bir gün oldu ve keyif aldığımı belirtebilirim. Yarın da gideceğim ve gözlemlerimi yazıya dökeceğim.