Astronomi ile ilgili yazılarım.

Galaktik Çarpışmalar – Samanyolu ve Andromeda Galaksisi

Evrenin genişlemesinden dolayı galaksilerin birbirinden uzaklaştığını ve bizden ne kadar uzaksa o kadar hızlı uzaklaştığını bilmekteyiz. Hatta bir noktadan sonra hızları normalde olsa genişlemeden dolayı ışıktan hızlı uzaklaştıklarını da biliyoruz. Bu yüzden evrenin büyük bir kısmının ışığı bize hiç ulaşmayacağından görülebilir evren dediğimiz bir kısmı gözlemleyebiliyoruz.

Fakat galaksilerin tamamı birbirinden uzaklaşmıyor. Galaksi kümeleri dediğimiz bir çok galaksilerin bir arada bulunduğu kümeler vardır. Kütleçekim bu galaksileri bir arada tutmaktadır. Mesela Andromeda gibi galaksiler bizim yerel gökada kümemizdeki komşularımızdır. Andromeda galaksisi ise direk bize doğru hareket etmektedir.

Read more

Evrenin Zaman Çizelgesi -Bölüm 1-

Merhaba arkadaşlar. Bir süredir Big Bang’den günümüze evrenin gelişim ve evrim aşamaları hakkında yazmak istiyordum. Bu yazıyı hazırlarken iki bölüm halinde toplam 10 evreden bahsedeceğim. Bu iki bölüm bittikten sonra evrenimizin öngörülen geleceği ile ilgili ayrı bir yazı, en sonunda ise Big Bang ile ilgili daha detaylı bir yazı yazacağım. Evrenin zaman çizelgesi başlıklı yazı dizisi çok detaylı bir yazı olmayacak. Başlangıç amaçlı olduğundan, yıl yıl neler olduğunu anlatan bir metin değil. Daha çok Big Bang anı, ilk yıldız oluşumu, galaksiler, bulutsular ve devamı şeklinde evrelere böldüm. Daha detaylı halini, yani yıl yıl evrelendirilmiş versiyonunu ileride yazmayı planlıyorum. Hadi başlayalım.

Big Bang (Büyük Patlama)

Big Bang yaklaşık 13,87 milyar yıl önce gerçekleşti. Evren büyük bir karışıklık ile başladı ve uzay ve zaman oluştu. Tüm uzay, zaman, madde, enerji, entropi yani kısacası her şeyin kaynağı Big Bang’tir. Saniyenin ilk trilyonlarca trilyonlarca ve trilyonlarca küçük kısmında, evren Planck mesafesi dediğimiz bir mesafedeydi. Bu mesafe, atomun trilyonlarca trilyonlarca ve trilyonlarca kez küçük boyutudur. Daha sonra kozmik enflasyon denilen, akıl almaz hızda (yani ışıktan da hızlı) bir genişleme süreci başladı. Hayal etmesi zor da olsa, bu genişleme sürecinin büyüklüğünü aklımızda canlandırmak için, bir nanometrenin 250 milyon ışık yılına genişlediğini söyleyebiliriz. Bu kozmik enflasyon sonradan durdu ama Evren genişlemeye devam etti.

Evren genişledikçe ve soğudukça, simetri kırılmalarıyla 4 temel kuvvet ortaya çıktı. Bu kuvvetler yoluyla oluşan parçacıklar bir araya gelerek ilk hidrojenlerin, biraz helyumun ve çok az miktarda lityumun çekirdeklerini oluşturdular. Bu elementlerin yörüngelerinde elektronları yoktu; çünkü Evren o kadar sıcaktı ki, aşırı enerji yüklü elektronlar yerinde duramıyordu. Bu aynı zamanda ışığın, yani fotonların hareket etmesini de önlüyordu. Bu yüzden Evren’in ilk zamanlarında ışık yoktu, Evren opak bir haldeydi. Big Bang’den 350 bin yıl sonra Evren yeterince soğuduğunda, elektronlar çekirdeklerin etrafında yörüngeye girdi ve ışık ilk kez hareket etmeye başladı. İşte Mikrodalga Kozmik Fon Işıması dediğimiz şey, bu ilk ışıktır.

Bir diğer önemli de nokta da, başlangıçta Evren’deki madde ve anti-madde miktarının birbirine eşit olmasıdır. Bu ikisi bir araya gelerek enerjiye dönüşüp yok olurken, sebebi ve nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde madde baskın çıkarak görülebilir evrenimizi oluşturdu.

İlk Yıldızların ve Galaksilerin Oluşumu

Evren genişliyor, soğuyor ve maddeler oluşmuş durumdayken, Big Bang anındaki çok küçük farklılıklar ve kütleçekimi sayesinde mevcut maddeler bir araya toplanmaya başladı. Bu şekilde ilk yıldızlar oluştu. İlk Nesil Yıldızlar diye adlandırılan bu yıldızlar devasa boyuttaydı. Daha sonra bu yıldızların da bir araya toplanmasıyla ilkel galaksiler, diğer bir adıyla kuasarlar oluştu. Yıldızlar, çekirdeklerinde hidrojeni helyuma, helyumu da üçlü alfa süreci ile karbona dönüştürerek element çeşitliliğinde artışa yol açtılar. Üçlü alfa süreci şu şekildedir: İki helyum atomu birleşerek berilyum atomunu oluşturur; daha sonra berilyum atomu bir helyum atomu ile birleşerek karbon atomunu oluşturur. Yıldızlarda meydana gelen bu süreç, artık füzyon yapılamaz noktaya gelene kadar (atom numarası 9 olan demir elementine kadar) devam edebilir. Sürecin hangi elemente kadar devam edebileceği yıldızın kütlesine bağlıdır. Demir elementinden sonra füzyonun devam edememe sebebi şudur; demir atomunu füzyon ile birleştirirseniz eğer, füzyon için gerekli olan enerji, füzyondan elde edilecek olan enerjiden daha fazladır. Bu yüzden ve yıldızın iç sıcaklığının yetersiz kalmasından demir elementinde füzyon gerçekleşmiyor. Füzyonun durduğu bu evrede yıldız süpernova patlaması yaşıyor.

İlkel galaksilerden söz ederken şu bilgiyi de es geçmemek gerekir: Zaman çizelgemiz değişmese de, bu dönemde günümüzdeki dev spiral galaksilere benzeyen, artık yıldız üretimi durmuş galaksiler de gözlemlenmiştir. Hiç var olmaması gereken bu galaksileri gözlemleyebilmiş olmamızın sebebi, o zamanlar birçok ilkel galaksinin yoğun bir şekilde çarpışması sonucunda yıldız üretiminin daha da hızlanması, buna bağlı olarak da yıldızlararası tozun bitmesi olabilir. Yıldızlararası toz bittiğinde bulutsular da oluşamayacağı için, yıldız üretimi durmuştur.

Eğer bu doğruysa, o zamanlardan gezegen ve biraz ilerisinde yaşam oluşma ihtimali de mümkün. Ama bu, sadece bir hipotezden ibaret. Bununla ilgili şu yazımı okuyabilirsiniz: Erkenden Ölmüş Galaksilerin Gizemine Bir Bakış.

Büyük Moleküler Bulutsular

Kartal Bulutsusu 3

Kartal Bulutsusu

İlk nesil yıldızlar ve ilkel galaksiler oluşurken bir yandan da yıldızlar arası uzayda maddeler toplanmaya devam ediyordu. Bu toplanmalar ile büyük moleküler bulutsular meydana geldi. Bu bulutsular galaksilerde yıldızlar arası uzayda bulunur. Galakside yeni oluşacak yıldızlar ve gezegenler için ham madde kaynaklarıdır. 300 ışık yılı genişliğindeki bir moleküler bulutsuda bizim güneşimiz gibi benzer 10.000 yıldız oluşturabilecek kaynak bulunmaktadır. Ama moleküler bulutsuların sadece %10′u yıldız oluşturmaya yetecek yoğunlukta olabilmektedir. Bu yeterlilik ise ortalama bir kaç yüzden bir kaç bin yıldıza değişiklik göstermektedir. Moleküler bulutsular dağılmadan 10 veya 100 milyon yıl bir arada bulunabilir.

Bulutsularda Yıldızların Doğumları

Yaratılış sütunları. Bu ismi almasının sebebi bir sürü yıldızın ondan doğmasıdır.

Yaratılış sütunları. Bu ismi almasının sebebi bir sürü yıldızın ondan doğmasıdır.

Büyük moleküler bulutsular oluştuktan sonra kütleçekimin etkisiyle kendi içinde topaklaşmalar oluşmaya başladı. Bu yoğunlaşma aynı zamanda ısıyı da artırdı. Isının artması ve yeterli yoğunluk ile hidrojen atomları birleşmeye, helyumu oluşturmaya başladı ve Önyıldız (protostar) dediğimiz oluşum meydana geliyordu. Bulutsular doğum sancıları çekiyordu. Fakat bu Önyıldız’lar görülebilir ışıkla görülemiyordu ve halen göremiyoruz. Çünkü etraflarını yoğun toz bulutu ile dolu olduğundan ışık bulutsuyu aydınlatıyordu sadece. Şu anda bu yıldızları kızılötesi teleskoplarla gözlemleyebilmekteyiz.

Yaşlı Yıldızlar ve Nükleosentez

İlk nesil yıldızlarımız evrenin kimyasını fazla değiştiremeden kısa ömürleri tükenmiş, patlamış ve ikinci nesil yıldızlar oluşmuş. Bu ikinci nesil yıldızlar kendi kütleçekimi altında büzüşmek ile çekirdeğindeki nükleer füzyonun ortaya çıkardığı enerjinin sebep olduğu dışarı itme kuvveti arasında bir denge kurarak ömrünü bu savaşa harcıyor.

Bir yıldızın parlaklığı, sıcaklığı, rengi, büyüklüğü ve yaşam süresi tamamen kütlesi ile ilgilidir. Küçük kütleli yıldızlar (ortalama güneşin 10da 1′i kadar) soğuyarak kırmızı cüce haline geldiler ve kim bilir kaç milyarlarca yıl boyunca yaşayacaklar. Güneşimiz ile benzer kütledekiler artık 10 milyar yıl hidrojen yakacaklar onlarda henüz bir değişim yok. Fakat daha büyük kütleli yıldızlar kısa ömürleri nedeniyle hemen yaşlanmış ve her yaktığı yakıtın katmanları çekirdeğin üstünde birikmiş durumda. Nükleosentez dediğimiz bu şekilde yakıtlarını füzyon ile birleştirerek yeni ve daha ağır elementler oluşturmasıdır yıldızın. Her yakıtın yıldızda, çekirdeğin üstünde bir katmanı olur. En yukarıda hidrojen olmak üzere aşağıya doğru helyum karbon olarak ilerler.

 

Yazımın 2. bölümünde ise şu başlıklar yer alacak.

  • Yıldızların Ölümü ve Yeni Elementler
  • Öngezegenimsi Diskler
  • Gezegenimsilerin Oluşması ve Öngezegenlerin Yoğunlaşması
  • Jüpiter, Dünya Gibi Gezegenlerin Oluşumları.
  • Yaşamın Kimyası

Çoklu Evrenler Test Edilebilir mi? Kabarcık Evrenler!

Big bang anını düşünün. İlk başta sadece içinde enerji (karanlık enerji, vakum enerjisi, enflansyon ya da diğer adıyla higgs alanı –bunlar astrofiziğin derin kavramlarındandır–) ile kaynayan vakum vardı. Tencerede kaynayan suda kabarcıkların oluşması gibi kabarcıklar oluştu….

Her bir kabarcık başka bir vakum alanı haline geldi fakat enerjileri daha azdı. Bu enerji kabarcıkların genişlemesine yol açtı. Bazıları diğer kabarcıkları başka kabarcıklara çarpmasına neden oldu. Bazılarının ikinci kabarcıklar oluşturması da muhtemel. Belki parçacıklar azdı ve birbirnden uzaktı belki de çok yakındı. Bu kabarcıklardan her birisi bir evren ve bizim evrenimiz de bu kabarcıklardan birisi olabilir.

Ne kadar çok belki yazdım değil mi? İşte test edilmesi imkansız ve bu yüzden bilimin tam olarak içinde olmayan ve metafizik diyebileceğimiz kabarcık çoklu evren hipotezi budur. Belki beni hayal gücümün kısıtlılığından yere vurmaya çalışacaksınız ama belkilerle gerçeğe varılmıyor. belkiler bir yerde duruyor eğer bir gün test edilebilir olur ya da ispatları ortaya çıkarsa bilime giriyor. Yoksa her belki diyene inanırsak. Neyse konumuza dönelim…

Şişme teorisi denildiği zaman vakum alanı da kaçınılmaz oluyor. Her ne kadar kütleçekim dalgaları ile ispatlanmış olsa da (tabi ki son yazılarımda sallantıda olduğunu da belirtmiştim) kabul etmeyen kesimler de mevcut. Şişme teorisi en kısa hali ile big bangden çok kısa zaman sonra evrenin muazzam hızlarda genişlemesidir. Sayılarla ifade edeceksek eğer nanometre boyutundaki bir uzay-zamanın saniyenin trilyonda trilyonda trilyonda bir kesiminde 250 milyon ışık yılına genişlemesidir. Astrofizikçiler için bir çok şeyi açıklayabilmenin tek yolu şimdilik bu gözüküyor.

bigbang faklı teori 2Şişme teorisine ilk başta vakum alanında olan higgs alanının sebep olduğu düşünülüyor. Aslında bunu da burada belirteyim. Vakum alanını, negatif basıncını ben daha tam olarak kafamda oturtamadım. Oturtup anlatanı da göremedim. Eğer kafamda tam oturtabilirsem bir gün detaylı bir yazı yazacağım onlar hakkında. Konumuza geri dönelim şimdi. Higgs alanının sıfırdan farklı enerji seviyesinde (0 burada en düşük enerji seviyesi oluyor) negatif basınca sebep veriyor ki bu negatif basınç ters kütleçekimi etkisi oluşturuyor. Yani itici güçteki kütleçekimi. Kütle olmayan yerde kütleçekimi nasıl olur diye düşünmeyin. Negatif basınçta oluşabiliyor. Ve bu ters kütleçekimi higgs alanı 0 enerji düzeyinin de altına düşene kadar devam ediyor. İşte gerisi klasik hikayemiz. Higgs alanı eksi değerde olduğu için bizimle etkileşiyor ve bize kütle kazandırarak kendisini 0 enerji düzeyine tamamlıyor evren oluşuyor filan. Anlamadığınız yer doğal olarak olabilir kolay konular değil. Bana soru sorabilirsiniz istediğiniz vakit. Asla çekinmeyin.

Şimdi vakum alanı kavramının olması sebebini de açıkladığımıza göre neden çoklu evrenlere yol açtığını da belirtmiş oldu. Vakum alanı demek kabarcık evrenler hipotezine yol açmak demek. Fakat test edilemiyor. Bu yüzden metafizik kavramda kalıyor alsında. Ortak Çevre Fakültesinden Matthew Johnson ve takım arkadaşları burada devreye giriyorlar. Kendileri araştırmanın bu resimde neyin nerenin test edilebilir olduğunu bulmak olduğunu ifade ediyorlar. İlk amaçları ise vakum alanında iki tane kabarcık evreni olduğu gibi bilgisayarda çarpışmalarını ve sonra neler olacağını simüle etmek. Tabi burada atomlarına, yıldızlarına, galaksilerine varacak detaylı bir simüle yapmayacaklar. Hatta bunların hiç biri simülasyonda olmayacak. Sadece yer çekimi ve vakum alanında kabarcıkların oluşmasına sebep olan şeyleri kullanacaklarını ve yeterli olacağını öngörüyorlar. Zaten öbürtürlü böyle bir sümilasyona işlem ve maliyet gücünde aşırı zorlanırlardı. Şuradaki yazımda da kontrol edebileceğiniz üzere (Hazır Olun! Evren Simüle Edildi!) 8bin işlemcili süper bilgisayarda bile görülebilri evrenin simülasyonu kaç ay sürmüş.

Normalde eğer iki kabarcık evrenin çarpışması gerçekleşmiş ise ya gökyüzünde ya da mikrodalga kozmik fon ışımasında gözükeceğini düşünüyorlar ve nereye bakacaklarını bu simülasyonla bulmaya çalışacaklar. Yararsız bir çalışma olmayacağı kesin. Gelişmeleri bekleyeceğiz.

Referans ve ileri okumalar;

  1. Matthew C. Johnson, Hiranya V. Peiris, Luis Lehner. Determining the outcome of cosmic bubble collisions in full general relativity. Physical Review D, 2012; 85 (8) DOI: 10.1103/PhysRevD.85.083516
  2. Carroll L. Wainwright, Matthew C. Johnson, Hiranya V. Peiris, Anthony Aguirre, Luis Lehner, Steven L. Liebling. Simulating the universe(s): from cosmic bubble collisions to cosmological observables with numerical relativity. Journal of Cosmology and Astroparticle Physics, 2014; 2014 (03): 030 DOI: 10.1088/1475-7516/2014/03/030
  3. Carroll L. Wainwright, Matthew C. Johnson, Anthony Aguirre, Hiranya V. Peiris. Simulating the universe(s) II: phenomenology of cosmic bubble collisions in full General Relativity. submitted to arXiv, 2014 [link]
  4. Stephen M. Feeney, Matthew C. Johnson, Jason D. McEwen, Daniel J. Mortlock, Hiranya V. Peiris. Hierarchical Bayesian detection algorithm for early-universe relics in the cosmic microwave background. Physical Review D, 2013; 88 (4) DOI: 10.1103/PhysRevD.88.043012

Voyager 3 Projesi ve Amatör Astronomi

Astronomi bilimi neden diğer bilim dalları arasında en güzelidir bilir misiniz?
Çünkü hiç bir bilim dalı dünyanın her yerinden bilimle alakası olmayanların bile katıldığı bir dal değildir.
Astronominin içeriği o kadar zengin ve o kadar geniştir ki (evrenin büyüklüğünden dolayı) bilim insanlarının çalışmaları yetmez. Dünyanın her yerinden amatör astronomlarının katıldığı büyük bir ailenin çabalarının sonucudur astronomi.
Bu büyük ailenin içinde yer almak hiç zor değil. Tek ihtiyacınız olan şey istek, merak. Gözlerinizle bile gözlem yapabilirsiniz.
Biraz ilerisi dürbün daha ilerisi ise teleskoptur.
Dünyanın her yerinden olma ortalama 100bin kişiden oluşan bir ailedir bu. Astronomiyi beraber oluşturan ve herkesin bir emeğinin olduğu.

Read more

Orion’daki Dev Yıldızlar Gezegenlere İzin Vermiyor

Kanada’dan ve Birleşik Devletler’den bir grup astronom ALMA teleskobunu Orion bulutsusundaki O tipi yıldızlar ile protoyıldızlar arasındaki bağlantıyı anlamak için kullandılar. Elde ettikleri veriler gösteriyor ki O tipi yıldızların 0.1 ışık yılı yakınlarındaki (ortalama 1 trilyon km) protoyıldızların etrafındaki gaz bulutu daha gezegen oluşumu yaşanamadan bir kaç milyon yılda süpürülüyor.

Protoyıldızlar

Protoyıldızlar, yıldızlararası uzayda devasa gaz bulutlarındaki yoğunlaşmış kütleler denilebilir. Yıldız oluşumunun erken safhalarıdır. Güne kütlesindeki bir yıldız için protoyıldız süreci 10 milyon yıldır. Bu sürenin sonunda bir yıldız olabilmektedir. İlerleyen zamanlarda daha detaylı bir yazı yazacağım bu protoyıldızlar ile ilgili.

Read more

Enceladus’da Okyanus Var!

Ben hatırlıyorum lisedeyken Bilim-Teknik dergisini okuduğum zamanlar çok sevdiğim zamanlardı. Aslında şimdiki çocuklara baktığımda onları hem şanslı hem de şanssız olarak görüyorum (görende beni 60larını geçmiş zannedecek ama zaman hızlı yapacak bir şey yok). Şanslılar çünkü bize göre çok daha fazla olanağa sahipler ve internette devasa bir bilgiye (çoğu yanlış da olsa) rahatlıkla ulaşabiliyorlar. Ama şanssızlar çünkü benim lisedeyken yaşadığım o heyecanı, hayal dünyasını yaşayamıyorlar. Aslında ben şu anda da yaşayamıyorum onu mesela. Örnek verirsek ben o dergiyi okuduğumda kara deliğin kenarında yürür ve içine bakmaya çalışırdım. Europa uydusunun yüzeyinde yürürdüm ve buzun altında ne var onu merak ederdim. Olmadı orion bulutsusuna giderdim. Hayal dünyamız böyle genişti ve iyi ki o zamanlarda çocukluğumu yaşamışım diyorum.

O zamanlardan anılarımı getirirken şunu da getireyim. O vakitler cassini uzay aracı daha yeni fırlatılacaktı. Yapacakları keşiflerin hayali bile cezbediyordu bizi.  Şimdi ise bu heyecanımızda ne kadar haklı olduğumuzu görüyoruz. Bu keşif ise aslında tahmin edilen bir keşifti diyebiliriz.

Güneş sisteminin ikinci büyük gezegeni Satürn’ün uydusu Enceladus’un yüzeyinin altında büyük bir su kütlesi olabileceğine ilişkin işaretler güçleniyor.

Enceladus2

Güneş sisteminin ikinci büyük gezegeni Satürn’ün uydusu Enceladus’un yüzeyinin altında büyük bir su kütlesi olabileceğine ilişkin işaretler güçleniyor.

Satürn’ün altıncı büyük uydusunun güney kutbunda, “şerit” gibi görünen bölümlerden uzaya fışkıran buzlu maddelerin görüntülenmesi bilim dünyasında heyecan yaratmıştı. Araştırmacılar, Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’ya ait Cassini uzay aracının uydunun üzerinde uçarken yaptığı ölçümler sayesinde, suyun yerçekimsel sinyallerini tespit etti.

Garda gölünün 245 katı

Prof Luciano Iess, BBC’ye açıklamasında “Ölçümlerimiz, Kuzey Amerika’daki Superior Gölü büyüklüğündeki bir su kütlesinin varlığına işaret ediyor” dedi.
Bu İtalya’daki Garda gölünün 245 katı kadar bir su kütlesine karşılık geliyor.
Prof Iess ve ekibinin ulaştığı veriler, 500 kilometre genişliğindeki uydunun, dünyadan sonra mikrobiyal yaşam araştırmaları yapmak için en ideal yer olabileceğini gösteriyor.

40 kilometre derinde

Cassini’nin verileri, Enceladus’taki su kütlesinin yüzeyin 40 kilometre altında olduğuna işaret ediyor. Bu, kütlenin kayalık katmanın üzerinde olması anlamına geliyor.
Buzulaltı okyanusunun varlığına ilişkin ilk veriler, Cassini’nin 2005’te uydunun dağınık bir atmosfere sahip olduğunu tespit etmesiyle alınmıştı.
Daha sonraki gözlemlerde, bu atmosferin varlığı, kaplanların çizgilerini andıran şeritlerden yayılan mineral zengini buhara bağlanmıştı.
Cassini, daha sonra bu buharların çok miktarda tuz ve organik molekül içerdiğini belirlemişti.

Kaynak: BBC